çocuk, Eğitim

Köyde Öğrenci Olmak

10514559_10203279931338189_6986160803651871088_n

İlkokul dördüncü sınıfa kadar köyde okudum. Okul çağına gelmeden “misafir” öğrenci statüsünde okula gidiyordum. Okula başlayabilmek için yaş sınırının olup olmamasının farkında değildim. Öğretmeninin iyi niyetle beni kayıtsız bir şekilde okula almasıyla okula bir an önce başlama hayalim gerçekleşmişti. Benim için kaydın ya da bir başka resmi işlemin bir önemi yoktu; anlamıyordum da. Kayıtsız okula gitmenin birkaç handikapını fark etmiştim.  Törenlere bana yer verilmemesi, müfettiş geldiğinde öğretmenin ‘Yarın sen gelme!’ demesi, karne alamamam gibi sorunlar o dönem beni çok etkiliyordu. Müfettiş geldiğinde de okula giderek, okula olan bağlılığımın bir kez daha resmiyetle ilgili olmadığını kendime kanıtlamıştım, öğretmenim de bu davranışıma neyse ki kızmamıştı. Karne günü hazırlanıp okula gittiğimde de karne alamamıştım, eve gelip ağlayarak kendimi paraladığımda babam dayanamayıp öğretmenimle konuşmuş, öğretmenim formaliteden bir karne hazırlayıp bana vermişti. Karneyi abimin karnesi ile karşılaştırdığımda benimkinde imza olmadığını fark ettim. Neden benim karnem farklıydı ki? En son babam karnemi imzalayarak diğer karnelerle aynı yaptı, neyse ki sorunum çözülmüştü.

Kayıtsız okula gitme maceramdan sonra nihayet okula alınacak yaşa gelmiştim. Artık özlük haklarım diğer arkadaşlarım ile aynıydı, tüm sorunlarım çözülmüştü. O dönem aynı yaşta yedi arkadaşımla birinci sınıfa başladık.

Okulumuz enine uzanan, tek katlı, dersliği, müdür odası, lojmanı, odunluğu olan toprak bahçesinde çeşmesi, gölü, tuvaleti ve elma ağaçları bulunan bir köy okuluydu. Köyde müdür vekilliği yapan ve derslere giren sadece bir köy öğretmeni vardı.

Daha sonra adına ‘birleştirilmiş sınıf’ denildiğini öğrendiğim, kendine özgü bir programla dersler işleniyordu. Sınıfta birinci; ikinci ve üçüncü; dördüncü ve beşinci sınıflar şeklinde üç gruba ayrılıyorduk. Gruplar eski küme yöntemi gibi bir aradaydı. Dersler sesli ve sessiz olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Ders programında sesli ise dersiniz öğretmenle birlikte ders işlenecek anlamında, sessizse öğretmenin belirlediği bir konu, ya sessizce okunur ya da yazılır anlamı taşıyordu.

Okulun temizliği, sobanın yakılması gibi işlemler nöbetçi öğrenciler tarafından yapılırdı. Nöbetçiyseniz sınıfın sabah süpürülüp temizlenmesi, belli günlerde silinmesi, sobanın sabah dersten önce yakılması, ders aralarında sobaya odun takviyesi yapılması nöbetçinin sorumluluğundaydı. Soba için odun temin etmek de velilerin. Dönem başlamadan her öğrencinin babası okula odun götürür, odunu kırar ve odunluğa öğrencilerce yığılırdı. Arkadaşlarımızla sırayla dizilir, tek tek odunları elden ele odunluğa taşırdık. Kış sert geçmiş veya odun herhangi bir nedenle bahara kadar yetişmemişse, sabahları ellerimizde odunlarla okula giderdik.

 

Nöbetçi öğrenciler, sobayı yakmak için erkenden okula giderdi. Odunları tek başına sobada tutuşturmanın eziyetini bilmeyene anlatmak zor. Nöbetçiler, okula giderken odunları tutuşturmak için çalı çırpı toplar; sobayı yakınca sorumluluğu ifa etmenin kıvancıyla bedeni yanında ruhları da ısınıverirdi.

Okula giderken çantamızda mutlaka bir el sabunu ve ütülü mendil bulunurdu. Okulun bahçesinde yer alan tuvaleti kullandıktan sonra, çeşmede sabunla ellerimizi yıkardık. Okul tam gün olduğu için öğle yemeğinde evlerimize giderdik, okul saatinde tekrar okula dönerdik. Yemek arasından sonra genelde resim ve beden eğitimi derslerimiz olurdu. Okulun bahçesi topraktan olduğu için, çeşitli oyunlar oynayabiliyorduk. Topraktan materyaller yapıp kuruması için bekleyip sonra onları oyuncak olarak kullanıyorduk. Yedi taş dizip yıkmaya çalışma, gazoz kapaklarından kapak oyunu, çizgi, pas, ip atlama gibi oyunlar oynuyorduk. Kimi zaman da okulun bahçesinde koşu yarışı yapar, düştüğümüzde yer toprak olduğu için şu anki asfalt okul bahçelerindeki yaralanmalar olmuyordu. Bazen köyde bulduğumuz bir metali oyuncağa dönüşebiliyordu ancak o dönem genelde taşlar ve toprak köyde yaşayan bir çocuk için güzel bir oyuncak olabiliyordu. Sadece okulla yetinmeyip yılda bir kez çevrede bir yere pikniğe gidiyorduk. Piknikte elma, çuval, koşu gibi oyunlarla yarışıyorduk.

Köy okulunda ders işlenirken aniden birinin derse misafir olması kaçınılmaz olabiliyordu. Misafirin gelip sobada ısınması olağandı. Okulun bahçesinde de aynı durum söz konusu olabiliyordu. Okulumuzun bahçesi çitlerle çevrili olmadığından kimi zaman misafiriniz bir kuş, kedi, köpek,  tavuk oluyordu.

17990824_10210684618170732_8821458432196395196_n

Okulumuzda milli bayramlarda törenler yapılırdı. Törenlere haftalar öncesinde büyük bir titizlikle çalışırdık. Öğretmenimiz hepimize görev dağılımı yapardı, herkes yeni elbiseler alırdı şehirden. Çok önemsenirdi bayramlar. 23 Nisan’da öğrenciler gibi en güzel kıyafetlerini giyen köy halkı töreni izlemeye gelirdi. Ellerimizde mikrofon -köyde o imkan nasıl sağlandı bilemiyorum- piyesler, şiirler, şarkılar, etkinlikler… Okulda törenler çok güzel geçerdi. Çocuğu okumayanlar dahi okula töreni izlemeye gelirdi. Okul, köyde bir bayram havası yaratırdı ki biz öğrenciler, tüm köy halkının bizi izlemek için seferber olduğunun bilincinde, kendimizi çok değerli hissederdik. Bizim için çok büyük bir onurdu.

Çocukken köyde ya da kentte öğrenci olmanın çocuğun yetişmesi üzerindeki etkilerini anlamaktan uzaktım tabii ki. Başka türlü bir okul ya da öğrenci de görmemiştim. Dördüncü sınıfta şehir merkezinde bir okula başladım; bu geçiş, benim için inanılmaz, oldukça sert bir geçişti. Köyde tüm arkadaşlarımı okuldan öncede tanıyordum ama şimdi sınıfta ve okulda çok fazla öğrenci vardı, hiçbirini tanımıyordum. Nasıl olur da sadece dördüncü sınıf okuyan öğrenciler aynı sınıfta okuyabiliyor, onu dahi idrak etmem çok zor oldu. Yeni sınıfımdaki arkadaşlarımın akademik seviyeleri, benim çok üzerimdeydi; o nedenle çok çalışıp arayı kapatmam, şehrin kültürüne ve oyunlarına uyum sağlamam için çok çaba harcamam gerekti ve birden olmadı. Öğretmenimin ‘seviye sorunu’ nedeniyle beni zor kabul etmesi, arkadaşlarımın beni sosyal olarak dışlamasından daha uzun sürdü. Köyden gelen bir öğrencinin arkadaşları tarafından dışlanmasının yanında, sınıfa sonradan dahil olmanın da kimi güçlükleri vardı. Bunları yenmem, arayı kapatmam, öğretmenime ve arkadaşlarıma varlığımı kabul ettirmem zamanla oldu.

Şimdi geçmişe baktığımda köyde öğrenci olmanın güzellikleri ve güçlüklerinin birlikte olduğunu düşünüyorum. Doğal yaşamla iç içe, görece daha özgür olma köy okulunda mümkün. Şartlardan dolayı imkan yaratma da şehirde daha çok sizi güdüleyebiliyor. Okulun ısıtması sizin sorununuz olmuyor mesela.  Her ikisini yaşayan biri olarak eğitim ortamlarının zorlukları, olanakları, ortamı paylaşan öğrenme yoldaşlarının katılımıyla yeniden tasarımlanmasının ve sürekli güncellenmesinin anlamlı olacağı kanaatindeyim.

Reklam

“Köyde Öğrenci Olmak” için 2 yorum

  1. Köyde öğrenci olmak güzeldi ve bir o kadar zor. Sabah elinde tezek île gidemeyenler; sınıf başkanı ve nöbetçi öğrenci tarafından eve geri gönderilirdi, elinde bir baş gevenle gidenler öğretmenin gözdesi idiler , çünkü soba hemen tutuşturulabikecekti. Teneffüsler en güzel oyunları oynayabilecek kadar uzundu. Öğretmenlerin fedakarı da vardı , dersiz teneffüs yaptıranları da .

    Liked by 1 kişi

  2. Köyde öğretmen imiz HÜSEYİN EROL du bizi için müthiş bir fırsat mış son sınıf da geceleri bile bize ders verirdi elinde n gelenin fazlasını yapmaya çalışan biriydi bizse sanki hep köyde kalacakmişiz gibi bir bilince içten içe kızardık ona herşey in farkına varınca çok geç oluyor artik işte köyde öğrenci olmak herşeyde n uzak herşey böyle gidecek gibi kabullenmek yinede güzel di bir birimize alay ederken bile masumduk omuz omuza gezer bir birimize çelme takar güllerdik daha nicesi

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s