Ben çocukken köyde yaşardık.
Henüz hayvanların ve bitkilerin canlı olduklarını idrak etmeyecek bir yaşta, onlara yaptıklarımdan dolayı hep pişmanlık duymuşumdur. Kuşlar, çekirgeler, tavuklar, karıncalar ve daha nice hayvan elimden çok çekmiştir. Kaplumbağalardan hiç ama hiç bahsetmek istemiyorum bile. Kökünden çekip kopardığım fidanlar da şu an doğa gönüllüsü olmamın altında yatan nedendir belki de.
Her neyse… Köyde oğlakları otlatırken hep karıncaları izlerdim. Bana bir aile hayatları var da insanlardan hep bu sırrı saklıyorlarmış gibi gelirlerdi ki bir gün bu sırrı ben çözecektim. Onları izlerken, şakalaştıklarını, birbirlerine gülümsediklerini düşünürdüm ve hep yuvalarına yem değil de sobada yakmak için küçük odunlar götürdüklerini sanardım. Yuvalarında gizli gizli şarkı söyleyip eğlendikleri bir anda onları yakalayacağımdan da emindim.
Karıncaların yuvaları bana hep ilginç gelirdi, bu yüzden bulduğum karınca yuvalarını bozmak, içinde ne olduğunu incelemek için hep kıyıda köşede bir karınca bulup takip ederdim. Karıncaları takip etme işinin dakikalarca sürmesine rağmen onları izlerken ciddi keyif alırdım. İzlediğim karıncanın ağzındaki yemini düşürmesi, bazen aniden yemi götürmekten vazgeçmesi, bazen ters dönmesi gibi değişik sorunları olabiliyordu. Karınca her durduğunda sabırsızlanıp bir an önce yuvasına gitmesini beklerdim. Bazen beklemeye dayanamayıp yardım etmek için yakaladığım karıncaları yuvalarına götürürdüm.
Karıncaların şölenlerine denk geldiğimde, aslında kraliçe karıncaların kanatlarından dolayı çok şanslı olduklarını düşünürdüm. Bir karınca olsaydım kraliçe karınca olmayı tercih ederdim. Karıncaların kendisi için çalıştıklarını, kendisinin hep kuaförde, bakımda ve eğlencede olduğundan emindim. Öyle bir hayatı yaşamak, tembellik yapmak inanılmaz cazipti, kim istemezdi?
Karıncaları takip edip kendileriyle yuvalarına geldiğimde topluluk halinde koşa koşa çalıştıklarını izlemek garip gelirdi. Hiç mi dinlenmeye ihtiyaç duymuyorlardı? İyice izledikten sonra onların aslında yuvalarının içinde sakladıkları sırra ulaşacağımı umarak, el feneriyle içeride yürüdükleri anda, karıncaları aniden yakalamak için yuvalarını bozardım. Kışın ısınmak için içeride sakladıkları sobaya odun götürdüklerini, götürdükleri yiyecekleri yemediklerini düşünmem de sanırım köyde yaşayan bir çocuğun bakış açısıyla açıklanabilir.
Büyüdükçe hayvanlarla empati kurmaya başlamıştım fakat geçmiş için çok geçti. Bir dünya karıncanın yuvasını başına yıkmış, yığdıkları kışlık yemlerine su dökmüş, bir dolu merakımı gidermek için benim yüzümden bir sürü karınca ölmüştü. Artık tam tersini yapıp karıncalara yardım etmeye başlamıştım. Yağmur yağdığında karıncaların yemlerinin üzerine taş koyup, ıslanmasını kendimce engelliyordum. Ağır bir yük taşıyan karıncanın elinden yükünü kapıp, yuvalarına götürüp bırakıyordum. Kavga eden karıncaları ayırıp, onların mezarlarını artık hiç ama hiç bozmuyordum. Uzakta olan karıncalar yuvalarına giderken yorulmasınlar diye alıp, yuvalarına kadar götürüyorum. İçlerinden en çok kraliçe karıncayı sevmemeye başlamıştım çünkü herkesi kullanıyor gibi geliyordu bana. Tüm karıncalar çalışırken o geziyor ve süsleniyordu. Bir haksızlık vardı karıncaların dünyasında ama bundan bana neydi.
Karıncaları gidecekleri yere kadar artık başka bir amaç için götürmenin ardından yıllar geçti ve şimdilerde nerede bir karınca yuvası görsem tebessüm ediyorum.